İ N A L T A R I M

Yükleniyor

  Mehmet İnal : 0532 453 34 93

  Hüseyin İnal : 0538 572 29 20

» İnaltarım , Blog


RUMİNAL PARAKERATOSİS

Geri

Sığır ve koyunların rumen papillalarında büyüme ve sertleşmeyle karakterize bir hastalıktır. Kesif/konsantre yemlere dayalı bir süre beslenmiş hayvanlarda (örneğin besi hayvanlarında) sık görülmektedir. Yine ısıl işlemle yonca ve saman ile karıştırılarak peletlenmiş yemlerle beslenen sığırlarda ve uzun süren ruminal asidozlu süt emmen buzağılarda görülmektedir. Süt emmen buzağılarda da, sütün uzun süre rumene kaçması veya kaba yemin kalitesiz, yetersiz veya hiç sunulmaması halinde rumen asidozu şekillenebilmektedir


Bu hastalığın yemlerdeki antibiyotik veya protein yoğunluğuyla ilgisi bulunmamaktadır. Bir grupta/sürüde hastalığın insidansı (görülme sıklığı) %40 gibi yüksek bir düzeyde olabilmektedir. Lezyonların, rumen içeriği pH’sının düşük (asitlik) ve rumen sıvısında artan uçucu yağ asitleri konsantrasyonuna bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Genellikle işlenmemiş tam tahıl ile beslenen sığırlarda (bu tür yemlerle beslenen hayvanlarda kolaylıkla ağırlık artışı sağlanmaktadır) lezyon gelişmemektedir. Bu durumun rumen içeriğindeki daha yüksek pH’ya ve uçucu yağ asitlerinden (asetik asit, propiyonik asit ve bütirik asit) asetik asit oranın yüksek olmasından kaynaklı olabilir



Ruminal Parakeratosis hastalığında papillaların çoğu büyümekte, sertleşmekte ve yer, yer birkaçı demet formunda birbirine yapışabilmektedir. Anterior ventral kese papillaları hastalıktan yaygın olarak etkilenmektedir. Sığırlarda dorsal kese çatısında her biri 2-3 cm² olan çoklu parakeratosis odakları görülebilmektedir. Koyunlarda rumen duvarı boyunca anormal papillalar görülebilmekte ve palpe edilebilmektedir (elle hissedilebilir). Etkilenen papillalarda, tabaka halinde aşırı miktarda keratinize epitel hücreleri, yem parçacıkları ve bakteriler bulunmaktadır. Rumen papilla kümeleri ve papilla uçları siyah renktedir. Ruminal parakeratosisli sığır işkembesinin temizlenmesi zordur. Anormal epitel, absorbsiyonu etkilemek suretiyle yemden yararlanmayı ve ağırlık artışını düşürebilmektedir.


Ruminal paraketosis, geviş getiren hayvanlara kaliteli kaba yem (fiziksel etkili lif) sunulmasıyla önlenebilen bir hastalıktır. Günümüzde hastalıktan korunmanın ekonomik boyutu yeterince anlaşılamamıştır.


A-Hayvanın Gereksinim Duyduğu Besin Maddeleri;


a) Su (içme suyu); Sığırlarda su tüketimi, tükettiği yem miktarı ve özellikleri, hava koşulları, süt verimi ve laktasyon dönemi gibi faktörlere göre değişim göstermektedir. İneklerde su tüketim miktarı, tüketilen kuru maddenin yaklaşık 4-6 katıdır. Günde 25-30 litre süt veren 600 kg ağırlığındaki bir süt ineğinin günlük su tüketimi 100 litreye kadar çıkabilmektedir.


Suyun yaşamsal önemi dışında, yetersizliği doğrudan verim üzerine etki etmektedir. Bu nedenle ahır içinde tüm hayvanların her daim kolayca ulaşabildiği yeter sayıdaki suluklarda (grubun en az %10’nun istediği zaman su içebilmesine izin veren yeterli yalak alanı), temiz, serin ve taze su bulundurulmalıdır. Su yalağı hayvanlar için doğru yükseklikte konumlandırılmalıdır. Günde iki kez sabah akşam sulama özellikle sıcak havalarda besilik, yüksek verimli süt sığırlarında, buzağılarda, ileri gebelerde yeterli olmamaktadır. Hayvanlara her daim su sunmanın mümkün olmadığı durumlarda, 24 saate en az 3 öğün sulama yapılmalııdır. Sulama öğün sayısı, sıcaklığa bağlı olarak da mutlaka artırılmalıdır

İdrarın rengi ve boşaltma/yapma süresi susuzluğun göstergesi olarak değerlendirilmelidir.


b) Enerji kaynakları: Uzun lifli karbonhidratlar; geviş getirmeyi uyarırlar ve sindirim kanalından geçişi düzenlerler. Lifsiz karbonhidratlar; nişasta ve şeker gibi kolay eriyebilir enerji konsantreleri veya yağlar; enerji gereksinimini karşılamak üzere veya esansiyel yağ asitleri kaynağı olarak kullanılabilir.


Uzmanlarca süt ineği rasyonlarındaki optimum nişasta seviyesi tam olarak tanımlanmamakla birlikte, toplam kuru madde esasına göre rasyondaki oranını %24-27 arasında olması tavsiye edilmektedir. Süt ineklerinde nişasta sindirilebilirliğinin değişkenlik gösterebildiği (%70-100), bu nedenle de dışkıda nişasta tayini yaparak rasyondaki nişasta oranın ayarlanması daha doğru olacaktır.


c) Ham protein: İşkembede parçalanan ve parçalanmayan proteinler ile protein yapısında olmayan azotlu bileşiklerden oluşur. Bitkilerin gelişme düzeyine (olgunlaşmasına) veya yetiştiği toprakların gübrelenme çeşit ve düzeyine bağlı olarak değişen düzeylerde nitrit, nitrat gibi azot içeren ama protein olmayan bileşikler de, temelde azot içermelerinden dolayı ham protein kapsamına dahil olurlar. Rumen mikroorganizmaları, azot içeren ama protein olmayan bileşikleri de amonyağa dönüştürerek, hücre proteinlerinin veya azotlu bileşiklerinin sentezinde kullanırlar. Mikrobiyal protein üretiminin optimum düzeyde meydana gelmesi, hayvanlardan beklenen verimin arttırılması, rumen ortamına ve hayvanlara verebileceği olumsuz etkilerin önlenmesi bakımından son derece önemlidir.


Yemlerdeki gerçek proteinlerin bir kısmı rumendeki mikrobiyal yıkımlama (fermentasyon) olayından etkilenmeden yani amonyağa dönüşmeden rumenden geçerek 4.mide bölmesine (abomasum-şirden) ulaşır. Bu proteinlere By-Pass proteinler denir. Yemlerin rumendeki ham protein (HP) parçalana bilirlikleri farklıdır. Örneğin; arpada bulunan ham proteinin rumendeki yıkımlanma oranı yaklaşık % 80 iken, yulafın % 35, soya küspesinin % 65, ayçiçeği küspesinin %70, soldurulmuş veya kurutulmuş yonca otunun % 75, mısır silajının % 60 dır.


Süt ineği rasyonları hazırlanırken ham protein düzeyi yanında protein fraksiyonları da dikkate alınmalıdır. Süt ineklerinin ihtiyacı olan aminoasit miktarı süt üretim düzeyine bağlı olarak artmaktadır. Yem maddelerinin ham protein kapsamı; geviş getiren hayvanlarda her türlü azotlu maddeden işkembedeki mikroorganizmalar tarafından protein üretiliyor olsa da yüksek verimli ineklerde işkembede üretilen protein miktarı gereksinimin tümünü karşılayamayabilir. Bu durumda rasyonda işkembede parçalanmayan protein oranının % 6 ve daha üzerinde olması istenir. Laktasyondaki ineklerde rasyon ham proteininin üre gibi protein yapısında olmayan azotlu bileşiklerden gelen kısmı toplam protein azotunun 1/3’ ünü geçmemelidir.


d) Mineraller: Hayvanlar yaşamlarını sürdürebilmek için temel besin maddelerinin (protein, enerji, vitamin ) yanı sıra mineral maddelere de ihtiyaç duyarlar. Yer kabuğunda bulunan minerallerin hemen hepsi hayvansal dokularda da belirlenmiştir. Fakat bunlardan sadece bir kısmının hayvan beslemede gerekli olduğu düşünülmektedir. Diğer besin maddelerinin aksine mineraller, canlı organizmalar tarafından sentezlenemedikleri için dışarıdan alınması zorunludur. Bu nedenle ruminantlarda (geviş getiren hayvanlar) mineral madde yetmezliğine bağlı sağlık sorunları, gerek mera gerekse de ahır koşullarında sıklıkla ortaya çıkabilmektedir.


Genel olarak yemlerin 1 kg kuru maddesinde 250 mg’dan veya her kg vücut ağırlığında 50 mg’dan fazla miktarda bulunan mineral maddeler makro mineral (Ca, Na, Cl, Mg, P, K, S), az bulananlar ise mikro (iz) mineraller (Fe, Cu, Co, Zn, Mn, Mo, Se, Cd, Cr, Br, F, I ) olarak tanımlanmaktadır. Son yıllara kadar hayvanların mineral ihtiyaçları için rasyona belirli oranlarda katılmaları yeterli olarak kabul ediliyordu. Günümüzde ise bazı esansiyel minerallerin inorganik yapıları yerine, organik maddelere bağlı olarak bulunmalarının bu minerallerin emilimleri ve biyoyararlılıkları üzerine olumlu etkiler yaptığı bildirilmektedir. Yaşamsal öneme sahip olan minerallere hayvanlar genelde, günlük olarak düşük düzeylerde gereksinim duyar. Bu minerallerin tolere edilebilir düzeylerden daha yüksek ölçülerde verilmesi halinde metabolik bozukluklar ve zehirlenmeler görülebilmektedir.


Mineraller arasında birbirinin etkisini artırıcı (sinerjetik) veya azaltıcı-engelleyici (antagonistik) bir etkileşimin varlığından söz edilmektedir. Örneğin demir ve bakır arasında sinerjetik, çinko ve kalsiyum arasında antagonistik bir ilişki vardır. Rasyonla yüksek düzeyde kalsiyum alınması çinkonun kullanımını düşürmektedir. Benzer ilişki kimi zaman birden çok mineral arasında (bakır-çinko-demir-kalsiyum) olmakta, bazen de bu ilişki mineral ile başka bir besin maddesi arasında (selenyum-Vitamin E) da görülmektedir. Bu nedenle mineral maddeler vücuda hem yeterli hem de dengeli olacak şekilde alınmak zorundadır. Bir mineralin gereksinimden az ya da fazla alınması bir diğer mineralin değerlendirilmesinin azalmasına ya da fazlalığına neden olabilmektedir


Kalsiyum ve fosfor gibi bazı mineraller; proteinler, lipidler ve diğer maddelerle birleşerek vücudun yumuşak ve sert dokularını oluştururken, bazıları da enzim ve hormon sistemlerinin yapısına girerek, osmotik basıncın, asit-baz dengesinin sağlanmasında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinir ve kasların uyarılmasında özel bir etkiye sahiptir. Kısaca organizmada her bir hücrenin yaşamsal işlevlerini gerçekleştirmesinde mineral maddelerin büyük rolü vardır. Bitkilerin mineral madde içeriği; bitkinin türüne, toprağın yapısına, gübreleme ve vejetasyon dönemine göre değişiklik göstermektedir.


Otobur hayvanlar olan ruminantların yeterli ve dengeli bir biçimde beslenmesi önemli ölçüde toprağın doğal ve/veya düzeltilmiş mineral madde yapısına bağlıdır. Topraktaki mineral maddeler, genellikle toprağın oluşumuna katılan ana kayaçların element yapısına bağlı olarak değişmektedir. Aşırı derecede yıkanmış (su erozyonuna uğramış) topraklar, organik maddelerin yanı sıra mikro elementler yönünden de fakirleşmektedir.


Bitkilerin mikro element alımları, aynı zamanda toprağın pH’sı ile de yakından ilgilidir. Örneğin; yüksek derecede kireçli olan alkali topraklarda, bitkilerin kobalt, bakır,nikel ve mangan alımları güçleşirken; molibden alımları ise kolaylaşmaktadır. Hayvanlara ihtiyacı olan mineral madde takviyesi yapılması halinde verimlerinde %50’lere varan artışlar sağlanabilmektedir. Yemlere mineral madde ilave edilmesinin maliyeti ise verim artışının maksimum % 2’si kadar olduğu göz ardı edilmemelidir. Genel olarak baklagiller, iz mineraller yönünden buğdaygil otlarından ve çayırlardan daha zengindir. Bitkide büyümenin ilerlemesiyle bazı iz minerallerin düzeyi düşmektedir. Çiçeklenme başlangıcından tanelerin oluşumuna kadar bitkilerin bakır içeriğinin yaklaşık olarak yarı yarıya azaldığı bildirilmektedir. Zamanında hasat yapılması, bitkinin protein seviyesi kadar, bakır, mangan ve çinko içeriğinin artmasını da sağlamaktadır.


Hayvanların mineral madde ihtiyacı; tür, ırk, yaş, cinsiyet, büyüme, sağlık, gebelik, süt verimi gibi faktörlere göre değişmekle birlikte alınan mineral maddelerin miktarları ve biyoyararlılıklarına da bağlıdır. Sıcak ve soğuğa maruz bırakılan gebe hayvanların kendilerinde ve yavrularında serum mineral düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir. Mineral madde yetersizliğinde iştahsızlık, toprak yeme, çevredeki cisimleri yalama, yem niteliğinde olmayan maddeleri yeme isteği, kondisyon düşüklüğü, iştahsızlık, verim kaybı, döl tutmama, kıl dökülmesi, deri ve kılların renk değiştirmeleri ve yapısal bozuklukları, hastalıklara yatkınlık, yavru atmalar, kısırlık, kronik ishal, kavruk kalma, anemi, tetani, kemik bozuklukları ve pika gibi hastalıklar oluşabilir. Hayvanlarda mineral madde yetersizliği belirtileri, genellikle uzun vadede ortaya çıktığı ve ihtiyaç duyulan mineral maddelerin verilmesi durumunda ise kısa sürede yetersizlik belirtilerinin ortadan kalktığı, hayvanda kondisyonun düzeldiği ve verimlerinin arttığı bilinmektedir.


Ülkemizde merada otlatılan süt sığırlarında, tuz + mineral verilenlerde sadece tuz verilenlere göre döl veriminin % 15 oranında arttığı, yine, koyunculukta mineral madde noksanlıklarından ileri gelen yavru kayıplarının (döl tutmama + ikizlik oranı + atık + kuzu-oğlak ölümü) % 25-30’ler seviyesinde olduğu bilinmektedir. İz elementlerden özellikle bakır, çinko, selenyum ve kromun bağışıklık sistemi üzerine etkili olduğu, organik çinkonun (çinko metiyonin) süt verimini artırdığı, sütteki somatik hücre sayısını % 22-50 oranında azalttığı, ayak hastalıklarına karşı koruma sağladığı bilinmektedir.


Yurdumuzda sığırlarda en sık rastlanılan mineral maddeye bağlı hastalıklar; selenyum, bakır, çinko, kobalt, mangan ve iyot yetersizliği ile bakır ve flor zehirlenmesidir. Maden, volkanik ve sanayi bölgelerinde bakır, kurşun, flor ve vanadyum zehirlenmelerine karşı dikkatli davranılmalıdır. Merada belirli yerlerde özelikle de su yalaklarının yanına üzeri yağmurdan korunmuş oluklar içerisine konan mineral ve tuz karışımlarından hayvanların serbestçe tüketmeleri sağlanmalıdır.


Bölgenin mineral madde yapısı göz önünde bulundurularak, özelikle selenyumE vitamini ve çinko eksikliğine karşı gebe hayvanlar (gebeliğin 3. Ayından sonra) mutlaka desteklenmelidir.


e) Vitaminler ( A, D, E, K ile C ve B kompleks)


B-Hayvanın Gereksinim Duyduğu Kuru Madde Miktarı;


Yemin kuru madde kapsamı; bir taraftan o yemin besin maddesi ve enerji yoğunluğu hakkında bilgi verirken, diğer taraftan rasyonda ne kadar yer alabileceğini belirlemektedir. Örneğin yaş şeker pancarı posasının kuru madde içeriği % 10’a kadar düşebileceğinden, besin değeri kuru madde esasına göre orta derecede, fakat doğal yaş halinde ise oldukça düşüktür. Yüksek verimli bir ineğin gereksinimlerinin bu tür yem maddelerinden karşılanmaya kalkışıldığında, hayvanın rumen kapasitesinin yeterli olmayabileceği açıktır. Yemlerin kuru madde kapsamları aynı zamanda doğru rasyon hazırlanmasında, hangi hammaddelerin tüketimine öncelik verilmesi gerektiği hakkında da yol göstericidir.



logo Geri

-Tarım ve Orman Bakanlığının Resmi Sitesinden Alıntıdır.-